10 Mayıs 2016 Salı

6 – AY GEÇMİŞ OLSUN

Prof.Dr. Kemalettin Yiğiter, atatürk üniversitesi, güzel sanatlar fakültesi, dekan


Okul yöneticilerinin ve hocalarının odaları bir kata sıkıştırılmış. Benim de bir ayağım bu katta. Kâh bir soru, kâh bir onay için gidip gidip geliyorum.

Bu kata gidip gelirken de bir adamla karşılaşırdım. Sevimli, güler yüzlü, boylu poslu, orta yaşın üstünde yakışıklı bir adamdı bu. Nedense koridorda oraya buraya giderken görürdüm onu.

Bu adama nedenini bilmem ama müthiş derecede kanım kaynamıştı. En çok da güler yüzlü olmasına bayılmıştım. Gerçekten de somurtkan insanlardan nefret ediyordum. Nasıl olur da o kadar uzun süreli somurtkan kalabildiklerine hep hayret etmişimdir. Kaldı ki Erzurum’da güler yüzlü insan bulmak  öyle sanıldığı gibi sıradan bir şey de değil. Resmen mumla arıyorsunuz!

İşte bu adamla ne zaman karşılaşacak olsak içimi bir sevinç kaplıyordu, olsun ki çok eski bir dostumu görmüşüm ya da çok sıkı fıkı olduğum sıcak bir arkadaşımı görmüş gibi. Üstelik “Çok şükür, benden başka da sebepsiz gülebilen insanlar varmış!” diyerek için için de mutlu olurdum.

Bir gün yine hocalardan birinin odasından çıkmıştım, sınıfa doğru gidiyordum ki ne göreyim! Benim adamım geliyor ama sol elinin baş parmağında kafam kadar bir sargı! Bir telaşlandım, sorma gitsin!
Üzüntümden ne yapacağımı şaşırdım. Hemen atıldım söze o benim yanımdan geçerken; koridor hukukumuza dayalı olarak:
“Çok geçmiş olsun, neyiniz var?”

Adam, beklemediği bu ilgi karşısında duraksadı önce ama güleç yüzünü kaplayan o şüpheci bakışlar kısa bir sürede dağıldı. Sevimli bir hareketle elini kaldırıp “Baş parmağımı kırdım ama önemli değil. Kısa sürede geçermiş.” dedi. Ani bir refleksle cevap verdim:

“Öyle mi? Çok üzüldüm. Umarım gerçekten de kısa sürede geçer.”

Kaşlarını kaldırıp kısa bir şaşkınlık sonrası teşekkür edip yoluna saygılı bir selam verdikten sonra devam etti.

Adamımla kısa da olsa bu sıcak iletişimimiz aslında beni mutlu etti. Evet, yoldan geçen sevimli insanları bile sevebilecek kadar sıcak bir yüreğim vardı ama sevdiğim insanlarla paylaşımlarda bulunmak aslında beni daha da mutlu ederdi. Yani adamımla bir anımız olmuştu, şöyle ya da böyle. Ama bu çok güzel ve çok değerliydi benim için.

Bu sevimli adamın başına bir daha kötü şeyler gelmesin diye dualar ederek sınıfa geçtim.

Aradan birkaç gün geçti, ortalıkta bir lakırdı: “Dekan her an baskın yapıp bizi kontrol edebilir!”
O zamana kadar hiç merak etmediğim bir şey geldi aklıma ve arkadaşlara  sordum. 

“Sahiden de yahu, kim bizim dekan?”

İsmini söylüyorlar Prof. Dr. Kemal Yiğiter diyorlar ama benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu. Öylesine bir isimdi işte. Ben ne bileyim o kim?

“Yahu tarif edin şu adamı. Belki bir yerlerde görmüşümdür.” diyorum. Başlıyorlar anlatmaya; yaşlıca, sessiz sedasız bir profesörmüş işte. Kesinlikle hiç ama hiç tanıdık gelmiyor!

O gün artık kaç kişiyi bunalttıysam bilinmez, fakültenin dışındaki balkondan etrafı seyrettiğim sırada bir arkadaş koluma bir çimdik atıverdi. “Bak Elçin bak, bu gelen dekan!” dedi.

Etrafıma baktım, ortalarda tasvire uygun ne gelen vardı ne giden. Bu defa beni çimdikleyen arkadaş durumu anlamış olacak ki gelen bir arabayı gösterdi.”Bak, işte  şu arabanın içinde. Bu onun makam arabası. Birazdan önümüzde duracak ve içinden dekan çıkacak. O zaman sen de onu  görmüş olursun!”

Heyecanla dekanı beklemeye koyuldum.

Arabanın öyle hız falan yapabilecek hali pek yoktu. Eski Renault arkası kesik arabalardan ve benzin kokusu o kadar mesafeden bile boğazımı yakmayı becerebiliyordu.

Takırdaya tıkırdaya gelen siyah araba sahiden de balkonun dibine park etti. Bu sırada beni çimdikleyen arkadaş ortalıktan yok olmuştu. Nedense Anadolu insanının böyle utangaç bir yanı vardı, o da bir Anadolu çocuğu olduğuna göre ortadan kaybolması son derece normaldi.
Onun yokluğuna çok aldırmadan dekanı meraklı gözlerle beklemeye koyuldum.

O benim dekanımsa sanırım onu tanıma hakkım da vardı.

Veeee...
Arabanın köhne kapısı açıldıııııı. İçinden dekan çıktııııııı.
Aaaaaaaaa!

Ama bu benim sevimli adam!

Adamım arabadan tam bir beyefendi olarak tüm mütevaziliğiyle indi. Merdivenlere yöneldi. Yine o sevimli, güleç haliyle nasıl olduysa beni fark etti. Elini gülerek bana gösterip baş parmağıyla ufak bir selam çaktı.
İster istemez dudaklarımdan döküldü kelimeler.


“Aaaa... Eliniz... İyileşmiş... Çok geçmiş olsun.”

****Doğunun Parisi****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder