10 Mayıs 2016 Salı

2 - HOŞGELDİN

doğunun parisi, erzurum, atatürk üniversitesi, rektörlük, müdür


Yorgunluktan ayağımı bile nasıl atacağımı bilemeyen bir halde Atatürk Üniversitesi Rektörlüğünün koridorlarında, bilmem ne müdüründen almam gereken kağıdın peşinde koştururken bir yandan da gerekli olan tüm kağıtları neden bir tek masadan vermediklerine hayıflanıyordum.

Bereket versin ki yalnız değildim, ara sıra bana eşlik eden abime dönüp içimi döküyordum.
Birlikte yürüyoruz derken ilgili kişinin kapısına gidip dikilmeye başladık. Müthiş bir kalabalık içindeyiz; e tabi o kadar öğrenci bu adamdan aynı kağıdı almak için bekliyordu.

Arada bir başımı kapıdan içeri sokup bakıyordum. Adam, önünde duran hiçbir şeyle ilgilenmiyordu. Belli ki alışmış, hep iş mi biraz da keyif yapalım derken işi büsbütün keyfe dönüştürmüş.

Bir bekliyorum, iki bekliyorum ve dayanamayıp kendimi içeri atıyorum.
Daha ben malumatımı belirtmeden adımın ne olduğunu sordu, ben de söyledim.

Aman Allah'ım!
Bir sevinç, bir sevinç!
Gözlerime inanamıyorum!
“Aman da hoş geldin, aman da hoş geldin!”

Düşünüyorum, acaba bu adam üniversiteye başlayan herkesi aynı sevinçle karşılıyor olabilir mi diye?
Neredeyse adamcağız kalkıp ellerime yapışacak! Bir sevinç, bir sevinç ki bitmek bilmiyor!
O da yetmiyor, sanki kırk yıllık dostmuşuz gibi “Elçin! Ne içersin; çay mı kahve mi?” diyor.

Kapının ağzında dikilmeye devam eden abimle bakışıp neler  olduğuna dair kaş göz işareti ile konuştuğumuzu fark eden adam, durumu fazla önemsemiyor. Ben de bir daha kaşım gözüm kapıdaki biriyle oynaşıp dururken adama yakalanmayayım diye başımı ona çevirip şu meşhur kağıdımı verip vermeyeceğini merakla beklemeye koyuldum.

Çayım geldi. Çayım gelinceye kadar bile başka bir şey isteyip istemediğimi soran adam, bir yandan önündeki kağıtları harıl harıl karıştırıp bir yandan da neşeyle söyleniyordu kendince.

“Yahu Elçin, sen bu zamana kadar neredeydin? Bekle Allah bekle!” türünden laf etse de beni neden bu kadar beklediğine bir anlam veremeden öylece oturmaya devam ediyordum.
Bir şey isteyip istemediğimi bir kez daha sorduğunda garip bir cevap verdim:
“Abim dışarıda, o da gelsin, ona da çay ikram edelim!”

Nedense abimin hemen yanımda olmasını istiyordum. Belki o bu olanlara yanımda oursa bir açıklık getirebilir gibi...

Adam güleç bir ifadeyle, son derece sıcak ve samimi bir içtenlikle abime baktı. “Ooooo yeğenim! Sen de mi buradaydın? Gel hele gel! Bir çay da sen iç!” dedi. 

Resmen sevinçten çırpınır gibi bir hali olan adamın abimi tanıdığını sandım doğal olarak. Hatta öyle ki eski bir aile dostumuz filan da olabilirdi! Ancak içeri gelen abim de sanki bu karşılama sevincine bir anlam veremiyordu.

Artık yeter!

Dayanamayıp soruyorum:
“Beni bu kadar sevinçle karşılamanızı acaba ben neye borçluyum?”

Adam kısa ve kesik bir bakış  attı önce. Sonra anlattı.

Meğerse bizim fakültenin yedek listesiyle bu adam uğraşıyormuş. Bana bir kere kayıt yaptırmam için kağıt  göndermiş, gelmemişim. Dolayısıyla ben kesin kaydımı yaptırmadan asıl listeye geçecek kişiler de belirlenemiyor, habire adamcağızı sıkıştırıp duruyorlarmış. Okul açılalı iki hafta olmuş, ben ortalıkta olmadığım için yedek listedekiler şikayet edip duruyormuş. Şehir dışından gelenler hele!
Meğer bu insanların hepsi benim paşa keyfimi bekliyormuş!

“Ne zaman asacaksınız kazanan yedekleri, okullar bile  açıldı, dalga mı geçiyorsunuz siz?” diyerek bir hayli de adamcağızı üzmüşler meğer...

Hal böyle olunca da adamın beni görmesiyle kuşlar gibi hafiflemesi bir olmuş!

Benim için belirlenen kayıt günümün bitmesine koskoca iki gün daha  varken ben gelmişim! Daha ne olsun!

Koskoca iki gün!

Kurtulmuş işte birileriyle kayıt için laf dalaşına girmekten!
Oh be!
Kayıt listesi dolmuş işte!
daha da kime ne!

Bu defa hep birlikte gülerek çayımızı içtik; ben, abim ve bilmem ne müdürü.

****Doğunun Parisi****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder