10 Mayıs 2016 Salı

3 – FALIMDA NİŞAN VAR NİŞAN

erzurum, atatürk üniversitesi, güzel sanatlar fakültesi, nişan


Zaten okulların açılmasının üzerinden iki hafta geçmiş, ben isteksizce tam iki hafta gecikmeyle gelmişim buralara, bu yetmezmiş gibi bir de farkında olmadan bir yığın insana eziyet etmişim; meğer onca insan iki hafta boyunca benim yüzümden sokaklarda sürünmüşler...

Canımın sıkıntısıyla ve olabildiğince asık bir suratla dersin yapıldığı sınıf mıdır, atölye midir adı her neyse işte oradan içeri girdim.

Bir kenarı bir buçuk, diğer kenarı bir metre civarında olan dikdörtgen masaların altışarlı olarak dizildiği yer, atölye filan değil basbayağı sınıftı işte!

Ve sınıfta herkes yerini almış, yerleşmişti.  E tabi onca zaman içinde suyun içindeki taşlar bile yerine oturur, bu insanlar masalarına mı oturamayacak?

Öndeki ilk iki masa boştu. Bunlardan biri benim olmalı deyip en öndekine oturdum ve hocanın gelmesini beklemeye koyuldum.

Hoca gelince dersle ilgili bir sürü şey anlatmaya başladı, espas diyor, hurufat diyor, ancak ben hiçbir şey anlamıyordum. Derken kapı iki kez çok kısa aralıklarla tıklandı ve hemen ardından içeri doğru açılan boşluktan bir kafa süzüldü. Özürlerini sunarak sınıfa giren kafanın sahibi olan çocukla göz göze geldik.

Bana bakıp sırıtan çocuk, arkamdaki masaya geçip oturdu. Hoca ise espaslara hurufatlara devam ediyordu. Benim kafam ise kazan gibi olmuştu dersin daha ilk dakikalarında.

Neyse sabretmekte fayda var deyip “Sık dişini kızım!” diyorum, sık sık daha dersin on dakikası geçmiş!

Bir ara omzuma birinin tıkladığını hissettim. Beklemediğim bu dokunuşla tüylerim diken diken oldu. İrkilerek dönsem mi dönmesem mi karmaşası yaşıyordum. Kimdi bu benim sosyal alanıma izinsiz giriş yapan kişi?

En önde oturduğum için ders anlatmakla meşgul olan hocanın gözünün önünde arkama dönüp bakmaya önce cesaret edemedim ama tık tıklar devam edince hızla sinirli bir halde dönüp baktım. Ne göreyim az önce solucan gibi uzanıp sınıfa giren çocuk!

Az önceki o pis sırıtışıyla bakıp “Masam oturmuşsun” dedi. 

Sinirim iyice tepemden fırladı, öfkeyle “Kalkayım buyur, gel sen otur!” dedim.  Kibarlık gereği böyle bir şeyi kabul edemeyeceğini söyledi. Ben ise o ağzını her açtıkça daha da fazla sinirleniyordum.
Geldiğinden beri içimde garip bir his uyandıran bu solucan, ders boyunca omzuma tıklayıp habire bir şeyler sorup durdu.

Neyse ki zil çaldı ve ben nihayet özgürlüğüme kavuştum!

Kendimi dışarı atıp derin derin nefes alarak rahatlamak gibi bir niyetim vardı aslında. Ama...

Şu solucan!
Yanımda!
Ben gidiyorum o da benle beraber geliyor!
Üstelik yine o pis sırıtışıyla!

“Kantin bu tarafta,sana çay ısmarlıyayım.” Dedi. Ben ise hem bu solucanı başımdan atmak istiyor hem de gelir gelmez bir terslik çıksın istemiyordum.

Böylelikle kantine gittik, çayımızı içtik ve...
Bizimki başladı mı çay falına bakmaya!

Bardağa mı bakıp fal okuyor, bana mı bakıp sıralıyor belli değil.

Yok efendim falımda nişan varmış nişan, hem de ne nişan! Dillere destan!  Millet çatlıyormuş kıskançlıktan. Sıraya diziliyormuş beni tebrik etmek için! Hele şu nişanlandığım kişi öyle biri ki nişandan daha meşhur, daha güzel!
Aman da aman!


Pek yakında da görecekmişim üstelik bu nişanı. Sadece ben mi? Herkes görecekmiş nişan nasıl olurmuş!
Nişanlı,nasıl olurmuş!

****Doğunun Parisi****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder